felsefeserserisi
ICE_MAIN_MENU
  • Ana Sayfa
  • Hakkımızda
  • Etik Değerler
  • İletişim

Okuma Odaları

  • Farkına Varmanın Neşesi
  • Varoluşun Temel Meseleleri
  • İşaret Fişekleri
  • Boşluğa Bırakılan Kelimeler
  • Nasır Tutmuş Kelimeler
  • Postmodern Hesaplaşmalar
  • Mavi
  • Konuk Yazılar

En Çok Okunanlar

  • Motivasyon değişti...!!!
  • Orantısız güç kullanımı nedir??
  • Öpüşme korkusu...
  • Penis kemiğinin hikayesi...
  • Teşhirci... !

Vertigo...

Neden sizde baş dönmesi yaratmıyor?


Bu kutupları yer değiştirmiş, atmosferi delik dünya! Bildiğimiz, tanıdığımız, hatırladığımız yere hiç benzemiyor ki; Üzerinde sekiz milyar insan ve onların protein ihtiyacını karşılayacak büyükbaş dışında başka türe yer kalmamış, suları kirli, virüs kaynayan, bitik gezegen. Ve sekiz milyarlık şapşal kalabalık tarihinin en karanlık döneminden geçiyor! Sorunumuz salgın değil, sorunumuz hiçlikle başa çıkamamak..

Evrenin karanlık bir köşesinde, kozmik zamanda sanki birdenbire olmuş gibi beliriveren canlılığın içinden bakıyoruz olana bitene, ölümlülüğün gölgesindeyiz, şaşkın ve çok tuhaf canlılarız.

İnsanlık tarihi boyunca anlamlandırmaya çalıştığımız olaylar zinciri meğer tesadüften ibaretmiş..

Ortada gizemli bir durum, mistik bir hikaye, büyük bir anlam hiç olmamış..

Ne uzayın, ne gezegenin, ne diğer canlıların efendisi değilmişiz, hatta kendimizin bile efendisi değilmişiz de haberimiz yokmuş (Freud-Lacan)..

Şimdi başımız önde, omuzlarımız düşük...

Korku desen, çok önceden kaybedildi, artık başka duygular yönetiyor bizi, tiksinti gibi mesela, kendimize duyduğumuz tiksinti, kendimize tahammül edemeyişimizin sayısız dışa vurumundan ibaret hayatlar, ki böylesi gayet makul, gayet gerçekci. Mutluluk uğruna aptallaşmaktan çok daha iyi! Mutluluk uğruna aptallaşmak nedir merak etmiyor musun? Cennet vaad edildi diye yaşamdan vaz geçmek mesela..

İşte bu yüzden soruyorum, nasıl oluyor da sizde baş dönmesi yapmıyor bu dünya? İnsanoğlunun bilgiye, daha doğrusu bilmeye direndiği artık malum, cehaletini korumak için her şeyi yapabilir, çünkü kendisine tahammül edebilmesinin tek yoludur o cehalet! Başınız dönmüyorsa kendinize bir sorun, ısırıldınız mı, kalabalıkların deliliği mi doldu ciğerlerinize, çoktan ele geçirildiniz ve farkında bile değil misiniz?...

Karşımda sapasağlam beton gibi duranlara kendi gerçeğimi allayıp pullayamam. Zaten yorgunum. Ama camileriniz dolup taşarken hala dinmeyen öfkeye bir bakın! Delirmiş olabilir misiniz?

Güven duymadan, her an ayağının altındaki halı çekilebilirmişcesine, hep gözü karararak, hep düşecekmiş gibi yaşamak ayrı bir gerçeklik..

Sürekli mide bulantısıyla ama onun bunun üstüne kusmadan..

Read MoreVertigo...

Nükleer başlıklı kız...

Bir sanrıyla uyandım bugün, pek uyandım da denemez ya; sanki zihnimin içinde birbirine açılan pencereler, birinden ötekine koşturup duruyorum, dışarda ne var görmek istiyorum ümitsizce, buna ihtiyacım var, ama pencerelerin hiçbiri dışarı açılmıyor..


Artık “dışarısı” yok...

Ve bir “dışarı” kalmadığında başlıyormuş delilik...

Niye şaşırıyorsunuz, düşüncenin kaynağı dışardadır!

Yeni uyaranlara maruz kalmama hali uzadıkça, hatırladığın gerçekliği kafanda durmadan yeniden oynatmak zorunda kalırsın, ve gerçekliğin her yeniden üretimi onu daha çok bozuyor. Zamanla, hatırladığın yağmurların anısı, sana gerçek yağmurun neye benzediğini tamamen unutturabilir. Zamanla, en sevdiğin yüzler dahi solarlar..

Zamanla..
Mesele biraz da zamanla ilgili değil mi?

Öyleyse korkmalıyız, çünkü zaman da kayboluyor yavaş yavaş, içerde zaman yok, insan zihni zamandan azadedir, hatırladığın o son an’da donup kalmış bir görüntüden ibaret sahip olduklarının tamamı, yeni bir şey olmuyor, mevsimler değişmiyor, “olağan akış” tamamen kaybedildi..

Böylece muradımıza ermiş, kerevetine çıkmış olmalıydık, hep dışardaki tehlikelerden korkmadık mı biz, işte başardık, bir dışarısı yok artık, mutlu son.. Ve mutlu son demişken, bütün mutlu sonlar donmuş birer kareden ibarettir.

Read MoreNükleer başlıklı kız...

O sonsuz zamanlar...

O sonsuz zamanlar, mutlu eski günler, sevgili iki kutuplu dünya, içinde perdelerin uçuştuğu tembel uykular...
Unutun onları..

Evimiz artık başka bir yer, gezegenin en evcil iç denizinde hüküm süren Akdeniz ikliminin ılımlı karakteri bile, Afrikadan çöl tozu yağdıran psikopat bir Annie Wilkes karakteridir bundan sonra.. ( Stephen King, Misery )

Kadim Mezopotamyanın cennet, üstünde yaşayanların cennet halkı olduğu günler ne kadar uzaktalar bak! Şimdi Çernobil’den asit yağmurları ve Afrika’dan çöl tozları arasında azar azar felaketimizi prova ediyoruz.. Ki çok yakın...

Kürenin koruyucu zırhı delindi delinecek, buzullar eriyor her yeri su basabilir,manyetik alan anomalisi var, 700 yıldır süren düzen değişebilir, pusulalar kuzey yerine güneyi gösterebilirler. Ayaklarımızın altındaki halı sahiden çekiliyor. Bir meteor felaketi yaşanmazsa iklim felaketi yaşanacak. Daha uzarsa yapay zekanın saldırısına uğrayacağız. Belki genetiği değişen virüsler hepsinden hızlı davranacak, davrandılar bile hatta..

Gün kıyametçilerin günü...

Stephen Hawking’in dedikleri kubbede yankılanıyor; ‘Dünyada bir yıl içinde bir felaketin gerçekleşme ihtimali çok düşük. Ama geniş zaman diliminde bu ihtimal artar, zaman yeterince uzadığında ise kaçınılmaz hale gelir.’ Yeterince uzayan zamanın sonlarında olabiliriz..

Ama keşke mesele “zaman” olsaydı..

Bizi kurtaracak kimse yok, kahramanlardan bir şey umamayız, anti kahramanlar da işe yaramadılar, zaten yeterince kötü bile değildiler!

En fenası kurtarılacak kimse yok..

Mevzu el yıkamakla, öpüşmekle ilgili olamaz, saçmalamayın, asıl saçmalık çok daha büyük.. Asıl saçmalık, ortada kurtarılacak hiç bir şey olmadığıdır.. Tam bu noktada karanlık tarafa savruluyorum işte.. Negatif felsefeden, olumsuz düşüncenin gücünden medet ummamın nedeni bu! Ancak böyle selamlayabiliriz yaklaşan felaketin gölgesindeki kırılgan hayatlarımızı. İflah olmaz iyimserler umut etmeyi bırakmadıkça anlamsız iletişimler sürüp gidecek yoksa!

Read MoreO sonsuz zamanlar...

Sıfır Noktası...

Başlangıçları severek doğarız, sonradan korku galip gelir, ve kabuğunun içine kaçar insan canlısı..

Hepimiz, kendi kabuğunun içinde hapis yatan mahkumlar değil miyiz?

İşte bu sıkışmışlık duygusu yaylarımı attırıyor içerde benim..

Başlangıca geri dönmek istiyorum, sıfır noktasına...

 

İhtimallerin sayısının en yüksek olduğu, az veriyle muhtemel senaryoların neredeyse sonsuza ulaştığı o heyecan verici an.. Sıfır noktası.. Sahneye ilk girenle birlikte ihtimallerin sayısı hızla düşmeye başlayacak. Hikayenin başladığı yerde, her şeyin toz ve gaz bulutu olduğu an’ın gizemli sonsuzluğunda yaşanır aslında hayatlar.. Sıfır noktası ile ufukta beliren ilk olası senaryo, ilk ihtimal, ilk kapı arasındaki o kısacık mesafede.. Elin kapıya uzanırken tuttuğun nefestir yaşam.. Kapının arkasında ne olduğunu bilmezsin...

Yaşanacakların heyecanı, bilinmezliğin gerginliği, yükselen hayallerin esintisi teslim alır insanı, ve ilk seçimle oracıkta biter herşey. Çünkü ilk seçimden sonra artık kader işbaşındadır, olağan akış, sen insiyatif kullanmadığın sürece tüm gidişatı belirleyecektir. Yani artık ölüsün...

Anladın mı şimdi; sıfır noktasındaki en yüksek canlılık hali ile bir ölüye dönüştüğün an arasında, kısacık bir süre var, ve ah canım kardeşim, işte biz ona hayat diyoruz...

Sıfır noktası, hep kalmak istediğimiz yerin adı, bunda iyice anlaşalım..

İnsanlar sıfır noktasında aşık olurlar, birdenbire olan şeylerin ilkidir aşk.. Birdenbire olan şeyler, cebimizde biriktiremediğimiz, yastık altında saklayamadığımız muhteşem şeylerdir. “ Zaman hiçbir şeydir Sinyor, ta ki şahane bir an yaşanana kadar...” der senarist, haklıdır da.. Biriktirilebilen, saklanabilen şeylerin hiç bir değeri yok ki..

Sıfır noktasından yola çıkan yaşam, ilk seçimden sonra kader algoritmasına göre ilerleyecektir, yaşamımızdaki en şahane anların, dışardan gelen bir müdahale ile kader algoritmasının düğümlendiği yerlerde yaşandığını farkedebilseydik belki de daha cesur canlılar olurduk.

Read MoreSıfır Noktası...

1 Mayıs 2020

Ne oluyor bakalım, yüksek sesle düşünelim!

Cevabını bilmediğimiz bir durumla karşı karşıyayız, uzun zamandır ilk kez, yüksek sesle düşünmek faydalı olabilir..

Biliyorsunuz, evren belirsizlik üzerine kurulu ve olasılıkların denenmesi için yeterince zaman var, sonsuzluk gibi.. Biz insanlarsa ikisinden de hazzetmeyiz, belirsizlikten hoşlanacak kadar vaktimiz yok, hiç olmadı.. Bu yüzden bizim gezegende bilgelik kabul edilir kendini akışa bırakabilmek...

‘Olay’ ise bizi önüne katıp götürmeye kararlı..

‘Salgın’ belli bir türün üyelerini hedef alıyor, hem de sayısı ezici bir çokluğa ulaşmış olan türün..

Neyin iyi neyin kötü olduğu o kadar da açık değil;

Küreselleşme için el freni çekildi..

Göçmen meselesi de halledilmiş olabilir..

Takip eden günlerde, gerçekten kaç kişinin çalışmasıyla çarkların döndüğü anlaşılacak..

Çılgın kapitalizmin üstüste yaşadığı orgazmlardan sonra temel ihtiyaçlara dönme yolunda büyük bir adım atıldı..

Read More1 Mayıs 2020

Page 1 of 22

  • Start
  • Önceki
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
  • 6
  • 7
  • 8
  • 9
  • 10
  • Sonraki
  • End
Copyright © 2021 felsefeserserisi
DESIGNED BY:  AS DESIGNING